5 Ekim 2012 Cuma

İstanbul'da Bir Hançer - Zentner / Pellejero


Dieter Lumpen - Un puñal en Estambul
(İstanbul'da Bir Hançer)
Yazan: Jorge Zentner
Çizen: Rubén Pellejero
1985

Bir zamanlar Joker diye iyi bir dergi vardı. İçeriğinde İspanyol ve Frankofon işlerden örnekler de yer alıyordu. Muhtemelen Tommiks, Teksas veya Teks yayınlamadıkları için kapanıp gitti. Geçenlerde 'Dieter Lumpen' dizi hikâyelerinin, 'Un puñal en Estambul' adlı olanını bulduğumda, Joker'deki çeviriyle karşılaştırmak istedim. Şaşırtmayacak şekilde yer yer abartılı ifadeler, yer yer de yanlışlar içeriyordu (genelde olduğu gibi, istisna yaratmayarak). Bu kadar uğraştıktan sonra kendi çevirimi balonlayayım da boşa gitmesin bari dedim ben de.

Batılıların elinden çıkan İstanbul çizimlerini severim. Bunun ötesinde, bu hikâyeler bize farklı konularda veri de sağlar (meselâ oryantalizmi gözlemlemek ve anlamak gibi), bu nedenle ayrıca önemserim. Arjantin'li yazar Jorge Zentner ve birlikte çok sayıda eser verdikleri İspanyol çizer Rubén Pellejero'nun, Kahramanı Dieter Lumpen olan kısa hikâyeler dizisinin İspanya baskılarında ilk bölümünü oluşturan 'İstanbul'da Bir Hançer' onlardan biri.


Bence siz de bir göz atın, biliyor ya da bilmiyor olsanız da...

6 yorum:

  1. Öykünün yazarı Zenther, Bayan Frühling'e, müze müdürüne hançerin bir kopyasını verdiğini açıklatır ve bu tutumu yaşlı hanıma "günün birinde oradan tekrar çalınacağından emindim zaten" dedirterek aklarken aslında bir gerçeğin altını çizmeyi başarmış: Buralarda sanat değeri de olan tarihi eser soygunculuğu hiç bitmiyor. Yetkililer kaçırılan eserlerin peşine düşe dursun, daha geçenlerde tekrar gündeme gelen Resim Heykel müzesindaki sahtecilik olayı gibi daha nicelerine gebe bu topraklar.

    Bir solukta okunan harika çeviri için teşekkürler Stoktan.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili dostum, millet olmaya çalışırken, en önemli birleştirici unsuru olan dilini bile önce devlet eliyle, sonra da sivil toplum marifetiyle berbat etmekte bir beis görmeyenlerin zaten böyle bir derdi olmayan ecdadının, burjuva devrimlerini çoktan yapıp, millî kültürel değerlerini 'kurgulamak' için, bu gidişin henüz farkında bile olmayan doğulu toplumları yağmalamasına değişik biçimlerde bizzat yardımcı olmaları biraz da haklı bir alaycılıkla, gayet hoş ifade edilmiş o bir cümlede, bilerek ya da bilmeyerek. (vay canına amma cümle oldu!)

      ...Ve biz, söylediğin gibi, hâlâ o noktadan pek fazla uzaklaşabilmiş değiliz. Öyküde işaret ettiğin sözleri fazla yadıgamadan, hafif, acı bir tebessümle okuyoruz bu yüzden. :)

      * (Uzun cümle kurmanın kaçınılmaz sonucu; başlarken düşündüğünü sonuna vardığında unutuyorsun ...düzelttim :))

      Sil
  2. Çizgiromanlardaki İstanbul’u tanımakta zorlanıyorum. Fesli erkekler, nargileler havada uçuşuyor. Çarşı-pazar çizimleriyle de öyle bir atmosfer yaratılıyor ki,İstanbul’dan daha çok Fas, Tunus, Cezayir veya Mısır algısı oluşuyor. Bu Vittorio Giardino da olsa değişmiyor…

    Son sayfada, arka fonda İstanbul silüetini geride bırakan otomobil tozu dumana katarak çölleşmiş çorak bir araziye doğru yol alıyor. Koca şehir çölün ortalık yerinde bir vaha… Avrupalının hayal gücü sınır tanımıyor, hele bir de çizgi romancı ise tutabilene aşk olsun… :))

    Karakter çizimleri Jordi Bernet tiplemelerini çağrıştırdı bana…

    Teşekkürler Stoktan…

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yakın zamanda okuduğum yeni nesil Fransız yazarlarından Daniel Pecqueur'un heyecanlı metni ve Sırp çizer Bojan Kovacevic'in nefis çizgileriyle birlikte yarattıkları 'Arctica' adlı henüz tamamlanmamış dizide 2070 yılı İstanbul'u bol bol resmedilirken bizler hâlâ fes takıyoruz :) (Daha önce bu diziyle ilgili küçük bir başlık açmıştım). Turizm ne kadar gelişse de batıda yerleşmiş olan Türkiye'ye dair bu Arap algısı dediğiniz gibi bir türlü değişmiyor. Neyse ki Dieter Lumpen'in hikâyesi 20. yy başları, muhtemelen Osmanlı'da geçiyor derken, son sayfada çok güzel dikkat çektiğiniz gibi, İstanbul'dan çıkıp Arap çöllerine dalıyoruz birden, :) haklısınız, bunu sınır tanımaz hayâl güçlerine vermekten başka çare yok.

      Çizim tarzının Bernet ile benzerliği kesin. Metni yazarken sözetmeyi düşünüp, unuttuğum bir husustu, hatırlattığınız için teşekkür ederim. Kim kimden etkilenmiş, -aralarında 8 yaş fark varmış, Bernet büyük- yeterli veri sayılır mı bilmem ama şöhret faktörünü de yanına eklersek, Pellejero ustasının bahçesinde güzel çiçek açmış diyebiliriz herhalde.

      (Bu arada Giardino'yu da deftere yazmak lâzım. Bildiğim kadarıyla o da Türkçemizde tek bir kitapla temsil ediliyor.) :)

      Sil
  3. Yıllar önce Joker'den bu hikayeyi okuduğumda çeviriden kaynaklı neden den ötürü olsa gerek hem keyif alamamış hemde konuya tam vakıf olamamıştım...Ama şimdi tekrar okumak her nekadar Avrupalının gözüyle istanbul olsa da o güzel çizgileri tekrar sindire sindire incelemek ayrı bir keyif oldu...Teşekkürler...

    Dedim ya Dieter'den etkilenmiş...O zaman da Alfa döneminden kalma çizim aşkı ile ufak bir portre çalışmasını bile yapmıştım...Can sıkıntısı işte...:)

    http://imageshack.us/a/img846/8488/deiter.jpg

    Blogunuzu ilgi ile takip ediyorum...Hele böyle tatlı ve eski anılarla karşılaşınca...Tekrar teşekkürler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tam da dediğiniz gibi, televizyonda yayınlanan filmlerdeki oto-sansüre benzer şekilde, insana "yahu ne oldu şimdi burda!" dedirten cinsten durumlara çizgi çevirilerinde de çeviri hatası olarak o kadar çok rastlıyoruz ki, hani çevirmeni bulsa insanın sorası geliyor; "Bu yaptığın işten sen ne anladın, bir anlat bakalım!" diye... Editör kullanma alışkanlığı edinemediklerinden olsa gerek, günümüzde bile bu özensizlikleri görmek mümkün. Öyle olunca da okumanın tadı kaçıyor.

      Yeni işlerin yanı sıra eskilerden de kopamıyoruz tabi, anılar bizi takip ediyor, biz de anıları... Elimden geldiğince eski defterleri karıştırmaya devam edeceğim ileride. Sohbete katıldığınız için ben de size teşekkür ederim, bu arada portre de fena değilmiş. :)

      Sil