Bir Lucky Luke Hikâyesi.
Gece ekspresinin sigara içilen bir köşesinde, uğursuz görünümlü dört kabadayı kağıt oynuyordu. Küfürler ve buruşturulan banknotlar gecenin sessizliğini bozan tek şeydi, diğer yolcuların sersemlemiş halde, bir şekilde uyumaya çalıştıkları yerde... ben hariç herkes. Trenin, yük vagonunda Kaliforniya’dan gelen iki yüz elli bin dolar değerinde altın külçe taşıdığını öğrenmiştim. Bu yüzden ben de gözucuyla oturduğum köşeden bütün bagajları sadece bir çanta ve iki tabanca olan dört serseriyi izliyordum.
Kontrolörün parapetine yaslanmış olduğu vagon platformuna çıktım.
-
Şu dört «hombre»nin suratları bana bir şey söylemiyor, dedim ona.
-
Neden Luke? diye şaşırdı. Yol ücretini hiç homurdanmadan ödediler bana. Sakin görünüyorlar…
Poker oyuncuları kadar şaibeli göründü bana kontrolör. Belki de bu nedenle onlar için biraz sempati besliyordu.
-
Beni endişelendiren şey şu, diye açıkladım. Çok fazla sessizler... Gerçekten poker oynayan gerçek Kovboylar olsaydılar, şimdiye kadar sorun çıkardı. Çetenin en uğursuz tiplisi saatini kontrol ediyor ve yolun herhangi bir yerinde pencereden dışarı bakıyor, sanki nerede olduğumuzu biliyormuş gibi... Bütün bunlar bana işe yarar hiçbir şey söylemiyor...
-
Trene saldıracaklarını mı düşünüyorsun?
-
Yaparlarsa, beni şaşırtmazlar.
-
Kurşunlar uçmaya başlar başlamaz, ben bir koltuğun altına park ediyorum. Ayda otuz beş dolar için derimi havalandırmam, hayır efendim!...
Kahramanca ifadesi cevapsız kaldı, çünkü aynı anda lokomotif uzun bir ıslık çaldı ve aniden uygulanan hava frenlerinin bütün tren boyunca neden olduğu sarsıntıları hissettik. Korkuluk üzerine eğilerek yolda, ötemizde kırmızı bir fenerin sallandığını gördüm –tehlike sinyali...
Kısa bir süre sonra tren pek yumuşak olmayan bir tarzda durdu ve pulmanın iki kapısının her birinden birer maskeli adam içeri girdi, tabancasını doğrultmuş halde. Bir anda bütün yolcular uyandı ve telâş içinde koltukların altına daldılar. Herkes... uğursuz kâğıt oyuncusu ekibin lideri olan sakallı dev dışında. Hızla ayağa kalktı, kartlarını yere saçıp, ellerini altıpatlarlarının kılıflarına içgüdüsel bir hareketle götürdü... Pulmanın her iki ucunu tutan iki maskeli adamın hayranlığını ve saygısını anında yakalayan el becerisi ve rahatlığı ile korkutucu bir ifadeyle yüksek sesle ve enerjik bir şekilde küfür etti. Haydutlar silahlarının tehditkâr namlularını çevirerek konuşmacıya iltifat ettiler.
-
Pençeler yukarı! diye en yakınındakine emretti.
-
Ne o? Beni tanımıyor musun? Ben Steve Mannies, dedi dev, gaddar ve vicdansızca tetik çeken, Texas'ın en korkunç ve en ünlü tren soyguncusu olarak tanınmanın haklı gururuyla.
-
Vallahi doğru söylüyor dedi diğeri, silâhını indirerek.
-
Kim tezgâhladı bu maskaralığı? diye sordu Mannies.
-
Biz Kaptan Snikes’in çetesiyiz diye açıkladı öbürü.
-
Bundan şüphelenmiştim zaten! İnip şu acemiye iki çift lâf edeceğim...
Maskeli adam, zaten trenden inmekte olan Steve'i ve adamlarını durdurmaya kalkışmadı. Aksine, bağırarak patronuna duyurdu :
-
Bunlar Steve Mannies ve ekibi!
Snikes’ın şaşkınlığını ifade etmek için kullandığı terimleri burada tekrar etmemek daha iyi olur. Zaten Mannies fazla uzattırmadı :
-
Buraya baksana Kaptan, bu şaka ne anlama geliyor? Benim bölgemde sen ne yapıyorsun? Herkes bu çizgiyi bilir, burası benim ilgi alanımda!...
-
Binlerce özür Steve! Bir aydır senden haber alamadık ve Kaliforniya'ya gittiğini düşündük. Ama bir fikrim var. Paylaşacağız!
-
Benimle mi? Paylaşacak bir şeyim yok benim! Ama ben iyi bir oyuncuyum ve senin gibi acemi amatörleri genellikle cesaretlendiririm. Eğer yolcuları istiyorsan, buyur senindir. Temizleyin ve tüyün!...
-
Yolcular... biz yolcuları istemiyoruz. İstediğimiz şu «yüklü» vagon!
-
O benim. O yüzden buradayız, açmak için dinamit bile getirdik. İşimize burnunu sokmasaydın şimdiye kadar çantada olacaktı! Siz kendinizi tatile çıkmış turist mi sanıyorsunuz?...
Aynı anda, gecenin içinde bir silâh patladı ve Steve’in şapkası havada dans etti, bir yandan öbür yana delinerek. Yıldırım hızıyla Steve silâhını çekti ve rakip çeteye ateş etmeye başladı. Kavga artık tetiklenmişti. Her iki grup da diğerinin bu ilk atışla var olan ateşkesi ihlâl ettiğine inanıyordu. Kayaların arkasına saklandık ve birkaç saniye içinde iki grup desperado kim daha iyi ateş ediyora başladılar.
Bir saniye kaybetmeden, lokomotife doğru koştum.
-
Tebrikler Luke. Bu çok etkileyiciydi. Sen fitili ateşledin, yangını o başlattı. Bu haydutlar çakallar gibi savaşıyor! Makinisti uyardım.
-
Tanrı aşkına John, çalıştır şunu! Ver buharı!
Gürültülü makine iki puf attı, mutlu bir şekilde silâhların gümbürdemesini boğdu ve tren harekete geçti. Geriden gelen vahşî sesler azalırken, biz hız kazanıyorduk. Steve'in gürleyen sesinden, trenimizin arka ışıklarının gecenin içinde kaybolduğunu
görerek kötü kelime dağarcığının tüm kaynaklarını harcayışını hâlâ duyabiliyordum.
-
Şeytan alsın beni! Biz itişip durdurken trenim çalındı, dinamitlerimle birlikte! Çeyrek milyon burnumun ucundan kaçtı gitti! Bıktım artık ben bu lânet işten! Bundan sonra eğer çiftçi olup bir toprak parçasında pancar yetiştirmezsem, asın beni! ⯁
"Pirates en Pullman" 1957, SPIROU de poche #1
yazan: Goscinny, resimler: Morris, çeviri: SToktan
yazan: Goscinny, resimler: Morris, çeviri: SToktan
Erken dönemde posta arabaları, sonrasında da kızılderililerin 'demir at' dedikleri tren soygunları. Yani 'Western' olgusunun olmazsa olmazı, tadı-tuzu iki klasik ritüel. :) Ha dediğine marka olunmuyor, Goscinny her zamanki gibi döktürmüş.
YanıtlaSilSoyguncudaki meslek aşkına bak sen, resmen 'trenim çalındı' diye feryat ediyor.:) Haksızlık etmeyelim bi' de dinamitler var tabi. :)
Coen kardeşlerin çalınan otomobiline değil de içindeki CCR kasetleri için karalar bağlayan 'Big Lebowski' filmi aklıma geldi yazarken. Benim de eski günleri yad etmek adına sıkça dinlediğim, 'I Put a Spell on You' parçasını en iyi yorumlayan sağlam bir gruptu. Bak şimdi fena halde 'Have You Ever Seen The Rain' dinleyesim geldi. :)
Bu keyifli Şanslı Luke çevirisi için teşekkürler Stoktan.
Goscinny'nin ince espri anlayışının uçurduğu dizilerden en önemli ikisinin biriydi tabi Luke. Diğeri de Asterix elbet. Ne müthiş bir şey ama değil mi, frankobelgian humorun en baba iki dizisinin yazarı olmak. Hepsinde olduğu gibi bunda da, özel bir örnek olmasına rağmen tam isabetli espriler... son paragraf beni de uçuran oldu zaten.
SilBu arada CCR'lere bir de 'Bad Moon Rising' ile 'Who'll Stop the Rain'i de eklemekte fayda var. Benim de dinleyesim geldi şimdi.